Yaşam

Senarist Fikret Bekler: Dizi sektöründe organizasyon yeni oluşuyor

Çevrimiçi platformlar güçlendikçe yayıncılık dünyasında rekabet artacak ve nitelikli işler televizyon dizilerini belli bir seviyeye getirecek. Belki zamanlar normale döner ve hikayeler daha akıcı ve özgün olur. Kısacası platform diz çöktürmese de televizyonu hizaya getirecekti… Tahminler bu yöndeydi ama işler beklendiği gibi gitmedi. Televizyon kanalları yıllardır aynı, krizin ayak sesleri internet platformlarında da duyuluyor… Büyük şirketler küçülürken, yeni yapımların üzeri daha kolay çiziliyor, siparişleri iptal edenlerin sayısı artıyor . Bu mali krizin bir boyutu da “iyi hikaye” sorunudur ve orijinal anlatıların ticari garanti kargaşasında çok az şansı vardır.

Uzun süredir sosyal medyada basmakalıp senaryoları eleştiren, yaz dizileriyle alay eden, hatta taklit içerikli paylaşımlarla karşılaşıyoruz. Öne çıkan bir diğer görüş ise platform dizilerinin televizyon yapımlarından farklı olmadığı yönündeydi. Bir sorun vardı ama tam olarak tanımlanamadı. Sonunda soruna erişim sağlayıcılar tarafından isim verilmeye başlandı ve ilk taşı Disney+ attı. Platform, Türkiye’de üretilen dizileri kütüphanesinden çıkardığını ve daha önce duyurulan çalışmalardan vazgeçtiğini duyurdu. Bu son gelişmelerin ardından şu soruyu sorma gereği duyduk: “İyi bir hikayemiz yok mu?”

İncelememizde bir yapımın ilk adımı olan kağıt/kişisel ekran aşamasını ele alıp, televizyondan platforma nelerin değiştiğini değerlendirip neyi, ne kadar anlattığımızı anlamaya çalışacağız.

‘Çemberiyorum Gül Oya’, ‘Kasaba’ ve ‘Sen Çal Kapımı’ gibi yapımlarıyla tanınan senarist Fikret Bekler ile ‘iyi senaryo’, televizyon ve dijital platform dizilerini konuştuk.

Öncelikle sektörde “iyi senaryo”lu bir kriz olduğunu düşünüyor musunuz? Veya iyi bir senaryodan ne anlamalıyız?

Bence sektörde iyi senaryo krizinden ziyade iyi hikaye krizi var. Dizinin hikayeleri tamamen “birbirlerine deli gibi aşık olan ancak bir araya gelmek için aralarında büyük engeller bulunan yakışıklı bir genç adam ve güzel bir kız” formülüne teslim olmuş görünüyor. Polis-asker dizileri ve tarihi dramalar bu formülden kısmen kaçabiliyor. Her zamanki gibi bu krizin teşhisini basılan eserlere bakarak yapıyoruz. Senaristlerin çekmecelerinde “farklı” projelerin olduğunu biliyoruz. Şunu da eklemek gerekiyor; Biz senaristler, izleyici ve yapımcının talebi üzerine, her yeni hikaye kurgulamaya kalkıştığımızda, dizinin posterinde yer alacak bir kadın ve bir erkek karakter yaratmaya çalışırken buluyoruz kendimizi.

‘ONLINE PLATFORMLAR SEKTÖRÜ NEFES ALABİLİR’

Çevrimiçi platformlar, senaryo için çıtanın yükseleceği ve daha iyi hikayelerin yaratılacağı yönünde bir beklenti yarattı. Aslında ilk yıllarda ‘Masum’, ‘Kişilik’, ‘Fi’ gibi güzel eserler izledik. Peki sonra ne oldu? Bu noktada platformların beklentileri karşıladığını söyleyebilir miyiz?

Bahsettiğiniz çalışmaların ardından online platformlarda da güzel çalışmalar yapılmaya devam edildiğini düşünüyorum. Yenilerden aklıma ilk gelen ‘Club’ oluyor. Oyunculukları eleştirilse de genel olarak beğendiğim ‘Pera Palace’ta Gece Yarısı’ oldu. En önemlisi online platformlar, “aşık ama buluşamayan çift” formülünün dışında da iş yapılabilecek alanlar olarak departmana yeni bir soluk kazandırıyor. Ama orada başka sorunlar da var. Peki beklentileri karşıladı mı? Yeterli değil ama evet.

Son dönemde “Ulusal televizyonda yapılsaydı daha iyi olurdu” dedirten hayal kırıklıkları yaşanıyor. Senaryo açısından hayal kırıklığı diyorum. Aksi halde hayal kırıklığı olarak yorumladığımız işler izleyici çekip abone sağlarsa platformlar da onlara yönelecektir.

Kulüp

Online platformlarda devam etmek istiyorum. Televizyon için iki buçuk saatlik diziler yazıldı ama bir anda komediler 15 dakikaya, dramalar ise 45 dakikaya indirildi. Sizce bu değişime uyum sağlayabildiniz mi?

Online platformlarda çok güzel kısa komedi dizileri var. Süreleri 45-60 dakika arasında değişen, bahsettiğiniz ve benim eklediğim birçok başarılı dizi var. Bu değişimle uyumun sağlandığını görüyoruz. Hatta 2000’li yılların başında diziler 60 dakika uzunluğundaydı. Garip ve zorlayıcı olan uzun seriler yazmaktır. Senarist için kısa teslim tarihlerine uyum sağlamada herhangi bir sorun yok. En iyi ihtimalle bu kadar rahatlıktan bahsedebiliriz. İzleyici açısından bakacak olursak; Platformlara yönelenler ise uzun süreli dizilerden sıkılanlar ve zaten “kısa” yabancı dizileri keyifle izleyenlerdir. Onlar da bu değişime mutlu bir şekilde uyum sağladılar.

Konu açılmışken geçmiş dizileri sormak istiyorum. Prime time kaynaklı bir değişim gözleniyor. Daha önce ana haber bülteninden sonra ikiye bölünen dizi, artık gece yarısı tek dizi olarak kapanıyor. Üstelik hafta içi ve hafta sonu arasındaki fark da giderek ortadan kalktı. Eskiden iki dizi izleyip iki hikayeye tanıklık ederken, artık tek dizi izliyoruz. Bu durumla ilgili neler söylemek istersiniz?

Dizi maliyetlerinin artması, televizyon maliyetlerinin düşürülmeye çalışılması ya da her ikisinin bir sonucu olarak bu noktaya gelindi. Daha önce sektörde “PT1, PT2” olarak kısaltılan iki “prime time” nesli vardı. Artık haberlerin ardından bir önceki bölümün uzun özeti yayınlanıyor ve ardından o haftanın 2,5 saate kadar süren bölümü geliyor. Reklamlar ve benzeri şeylerle bütün gece doluyor. İzleyici, yapımcı ve kanal bu duruma alışmış gibi görünüyor. Bu uzun süreler senaristler ve tüm yapım ekibi için büyük bir yük. Sektörde organizasyon henüz yeni oluşmaya başlıyor. Şu anda dizilerin son teslim tarihlerine ilişkin etkili bir yaptırımımız bulunmuyor. Organizasyonların zayıf olduğu dönemde süreler uzamaya başladı. Ancak 2010 yılında Taksim’de AKM önünde senaristlerin öncülüğünde “Yerli Diziler Aşırı Uzun” sloganıyla bir hareket düzenlendi. Aktörler ve ironik bir şekilde birçok yapımcı da hareketi destekledi. Dizinin süresinin 60 dakikadan 90 dakikaya çıkması eleştirildi. Aradan geçen 13 yılda AKM yıkılıp yeniden yapıldı ama dizi süresi kısalmak yerine 2,5 saate ulaştı.

‘TELEVİZYONDAKİ SON YAYIN: ‘MUHAFAZAKAR-LAİK’ AİLE ÇATIŞMASI’

Bir dönem televizyonda edebiyat uyarlamaları akım yarattı, bir dönem de kostümlü dramalar izledik. Sokakta şiddet ve çeteleri konu alan dizilerin yanı sıra asayiş dizileri de ön plana çıktı. Özellikle Güneydoğu’da sıcak çatışmalar ve güvenlik konularına odaklanan yapımlar arttı. Önümüzdeki dönemde yeni bir trend bekliyor musunuz?

Evet bekliyorum. Bahsettiğiniz çeşitlerde üretim devam edecek ama şimdilik popülerliğini kaybetmiş görünüyorlar. Belki yeni tanınan türler arasında “hukuk dizileri” diye bir kategori açılabilir. Daha önce avukat, hakim gibi karakterlerin yer aldığı hikayelerin ekranda sıkıcı görüneceği ve izleyicinin hukuki arka planı olan bu tür hikayelerin içine giremeyeceği yönünde bir önyargı vardı. ‘Yargı’ dizisiyle bu önyargı kırılmış gibi görünüyor. ‘Yargı’ dizisini çok başarılı buluyorum çünkü hukuk dünyasındaki karakterlerden izleyicinin aşina olduğu bir şekilde imkansız bir aşk hikayesi yaratmayı başarıyor. Hatta öncesinde ve sonrasında yasal dizi sayılabilecek ‘Evlilik Hakkında Her Şey’ ve ‘Hile’ gibi dizilerin yapımcılığını üstlendi.

Son trendlerden birinin, belki de sonuncusunun “muhafazakar aile-laik aile çatışması” olduğunu söyleyebilirim. ‘Kızılcık Şerbeti’, ‘Ömer’ ve her ne kadar reytinglerde pek başarılı olmasa da ‘Veda Mektubu’… Hepsi 2023 yılında beyazperdeye çıkmış, aynı sorunu ele alıyordu. Ne olur bilmiyorum ama yeni bir trend mutlaka gelecektir. Umarım bilim kurgu, fantastik, korku gibi türler ulusal kanallarda da tanınır. Eminim ki bir gün bu tarz bir eser televizyonlarımızda reyting alırsa; Ana karakterler aralarında imkansız bir aşkın olduğu bir erkek ve bir kız olacak.

Kızılcık Şerbeti

Ekranlara uygulanan sansür hakkında ne düşünüyorsunuz? Sansürün sadece alkol, sigara ve cinsellikle sınırlı olduğunu mu düşünüyorsunuz? Buradan oraya da bağlamak istiyorum. Belli bir yaşam tarzının ekranlardan kaldırılmasının karakterlerin dünyasına zarar verdiğini düşünüyor musunuz?

Elbette acıyor. RTÜK en basitinden aile dışı bağlantıları ekranlarda görmek istemiyor ama bu tür bağlantıların toplumun muhafazakar kanadında bile çok sık yaşandığını herkes biliyor. Ayrıca dramatik bir hikaye üretmek için karakterler arasında çatışmaya ihtiyacınız var. Normal seyrinde giden bir evliliğin çatışma yaratmayacağı, evlilik dışı ilişkiler devreye girdiğinde hikayenin başlayacağı da biliniyor. Ayrıca uyuşturucu sorunu da var. Dizilerde eleştirmek için uyuşturucu bile kullanamazsınız. Sansür/otosansürün bir karışımı var. Üreticiler uyuşturucuya bulaşmak istemiyor! Dizimizdeki mafyalar genellikle silah kaçakçılığı yapıyor. Ancak bu sansürlerin ne kadar sıkı uygulandığı ya da ne kadar gevşetilebileceği konusunda da kafam karıştı. Mesela ‘Aldatmak’ diye bir dizi yapılabilir, zaten yapılmalı. Benim için en ilginç olanı; TRT’de bu yaz yayınlanan Hoş Ailem yaz dizisinin ilk bölümünde Erdal Özyağcılar’ın canlandırdığı baba karakteri, oğlu ve damadını bir masada toplayıp rakı içti. Birisinin masaya oturup bardakları tokuşturması konusunda ısrar ettiler. Normal olabilir, hayat böyledir. Ancak RTÜK’ün bu kısım için TRT’ye ceza kesip kesmediğini bilmiyorum.

Günümüzde yeni anlatım alanları açılmış, konuşma alanları genişlemiştir. Özellikle sosyal medya görsellerinde yeni bir dilin oluştuğunu, bunun sürekli değiştiğini ve geliştiğini söyleyebiliriz. Bu anlatım çeşitliliği senaryoları nasıl etkiledi?

Ulusal kanallarda yayınlanan dizileri pek etkilemedi. Hikâyelerdeki genç karakterlerin sosyal medyadan bahsettiklerini, orada birbirlerini takip ettiklerini, sosyal medyadan haber aldıklarını görüyoruz ancak hiçbir karakter bunu gerçek hayattaki kadar yoğun kullanmıyor. Bunun bir de teknik nedeni var. Sosyal medyadaki bağlantı, doğası gereği insanların köşelerinde oturup ekrana bakarken yaptıkları bir şeydir. Doğal olarak beş veya altı farklı yerde, beş veya altı farklı karakter ekrana bakarak saatler geçirebilir ve bu süre zarfında çok eğlenebilir. Sohbet edebilir, flört edebilir, yakınlaşabilir, kavga edebilir ve uzaklaşabilirler ve aşıklar birbirlerinden ayrılabilirler. Ancak bunların hiçbirinin ekranda görsel bir çekiciliği yok. Seyircilerimiz ve biz senaristler, karakterlerin başları aşağıda telefonlarını aşağıda tutmalarını izlemek istemiyoruz. Biz hâlâ -biz derken televizyon izleyicileri ve senaristlerin bir arada olmasını kastediyorum- insanların birbirlerine sevgilerini dokunarak ifade etmelerini, birbirlerini iterek, kavga ederek ya da sevgiyle kucaklaşarak sonlarını göstermelerini izlemek istiyoruz. Duyguların görsel karşılığı olmadığında “film” ya da dizi de olmaz. Görseller olmadan hikaye izleyiciye ulaşmaz. Bu yüzden çoğu zaman ana karakterlerimizin sosyal medya kullanmasına izin vermiyoruz, ya da kullanıyorlarsa, örneğin bir sebepten dolayı birisiyle karşılaşıp sosyal medyayı kapatıyorlar. Bu nedenle bir araya gelmeleri, konuşmaları ve bağlantı kurmaya çalışmaları gerekiyor. Sosyal medyanın anlatı çeşitliliği doğal olarak dizi senaryolarını pek etkilemiyor. Gördüğüm kadarıyla bu durum dünyada da aynı.

‘MİZAH DERGİ GEÇMİŞİ OLAN SENARİSTLERİN AKICI DİYALOG YAZABİLMEK GİBİ AVANTAJLARI VAR’

Mizah yazarlığı geçmişinden geldiğiniz biliniyor. Günümüzde mizah yazarlarının ve karikatüristlerin daha çok dizi yazdığını görüyoruz. Senaryoda mizahın çıtayı yükseltebileceğine inanıyor musunuz?

Komik ve eğlendirici olması amaçlanan komedi dizilerinde veya sahnelerinde mizah duyarlılığı faydalı olabilir. Ancak mizahçıların senaryo yazımındaki gerçek avantajı göz ardı ediliyor. Sorun güzel, komik sahneler yazamamak. Mizah yazarlarının, özellikle de mizah dergilerinde geçmişi olan senaristlerin, akıcı diyaloglar yazabilmeleri, sınırlı bir alanda kendilerini minimum kelimelerle ifade edebilmeleri, sahne ve çerçeveleme bilgi ve deneyimine sahip olmaları gibi avantajları vardır. Mizahçılar minimal kelimelerle düşünme ve sahnenin anlamını görsele bağlama pratiğine sahiptirler. Bu görsel düşünme ve konuşma balonlarını ekonomik olarak kullanma alışkanlıkları, senaryo yazarken kullanışlıdır.

Kariyerinize reklam yazarı olarak başladınız. Hatta sektörde değerli bir ödül olarak kabul edilen Kristal Elma Ödülünüz bile var. Sonra bir anlamda zirveye ulaştığınızda başka bir alana yöneliyorsunuz ve senaryo yazmaya başlıyorsunuz. Bu kararı bir kırılma olarak tanımlar mısınız? Meslekten olmayanların deyimiyle bir uyanış mı yaşadınız, yoksa yol sizi sıktı ve başka bir yola mı sürükledi?

Liseden beri yazıyorum. Yazarlık çıraklığıma önce mizah öyküleri yazıp bunları Gırgır’a, ardından Avni dergisine göndererek başladım. Daha sonra Leman’da Vedat Özdemiroğlu’nun yanında kalfa olarak çalıştım. Vedat’ın yazdığı televizyon programlarında bir nevi yardımcı yazar olarak çalıştım. Eskizler yazdım. Kalbim senaryo yazarlığındayken, reklam yazarlığı devreye girdi. Bizden önce dizilerde rol alan arkadaşımız Sertaç Ergin’in daveti üzerine 2004 yılında dört reklam yazarı arkadaşımızla Kuledibi Senaryo Grubu’nu kurduk. O günden bugüne projeye göre artıp eksilmeye devam ediyoruz. Benim için bir uyanış ya da kırılma anı varsa üniversitede elektronik mühendisliği okurken yaşandı. Üniversitenin üçüncü yılında yazmaya olan yolumu değiştirdim. Ondan sonra diplomamı almak için on yıl çok çalışmama rağmen hiç mühendislik yapmadım.

Özellikle 80’li yıllarda 12 Eylül Darbesi sonrasında sinema ile reklamcılığın iç içe geçtiği bir süreç yaşandı. Bu durum reklam dilinin sinemada da yer edinmesine neden olmuştur. Reklam yazarı olmayı film dizisi yazarı olmakla aynı kefeye mi koyuyorsunuz? Günümüz sinema ve televizyon anlatıları reklam dilinden uzaklaştı mı?

Bana göre reklam yazarı olmakla kısa film senaryo yazarlığı örtüşüyor. Her iki durumda da bir fikri, bir hikâyeyi, bir satış fikrini mümkün olduğu kadar kısa ve çarpıcı bir şekilde anlatmanız gerekiyor. Saniyelerle ölçülen ticari sinema senaryosu ile 90-140 dakikalık dizi senaryosunun birbiriyle ilişkilendirilmesi mümkün değildir. Ancak -şimdi söyleyeceklerim ilk söylediğimle çelişecek- ama mizah gibi reklamcılık da dizi senaristliği adayları için hoş bir deneyim alanıdır, çünkü lafı lafı uzatmadan söylemeyi, kısaca konuşmayı, kesmeyi vurgular. Diyalog ve görsel düşünceye önem verin. Bölümler uzun olsa da izleyicinin ilgisini kaybetmeden ilerleyebilmek için sahnelerinizi izleyiciyi fazla uzatmadan, sıkmadan sunmanız gerekiyor. Ayrıca sorunuzun aksine reklam dilinin dizinin dilinden etkilendiğini düşünüyorum. Reklamlarımız dünyadaki emsallerine göre daha uzun, daha konuşkan ve daha fazla diyaloğa sahiptir. Duyurusunu, yaratılan karakterleri karakterlere sevdirip, ardından konuşturarak yapmayı seviyor. Örneğin Garanti Bonus reklam dizisini bir nevi kısa film dizisi olarak görmek mümkün.

70’li yılların siyasi atmosferini anlatan bir senaryo yazdınız ve aslında bir dönemi başlatanlardan biri oldunuz. ‘Çevremde Gül Oya’dan bahsediyorum. Bugünlerde yakın siyasi tarih dizilerini izliyoruz. ‘Dilek Taşı’nın bir örneği var. İzledin mi? Ne düşünüyorsun?

‘Çemberinde Gül Oya’ Çağan Irmak’ın senaryosunu yazdığı sinema senaryosundan televizyona uyarlanan bir dizidir. Ekip olarak projeye 10.bölümde dahil olduk. Dizinin kırk bölüm süreceğini, finalde ne olacağını, ortada ise 20. bölüm finalinde ne olacağını bilerek çalıştık. 41. bölümün olmayacağı da belliydi. Keşke yine böyle bir projede yer alabilseydik. ‘Dilek Taşı’nın ilk iki bölümünü keyifle izledim. Ancak onun hakkında tam bir analiz yapabilmek için yolculuğunu takip etmek gerekir.

Fikret Bekler ve Haydar Ali Albayrak

‘Kiraz Mevsimi’, ‘Dolunay’, ‘Sen Çal Kapımı’ gibi birçok romantik dizi ve ‘Kardeşlerim’ gibi dramaların yapımcılığını üstlendiniz. Elbette bu tarz dizilerde kalıplar mutlaka vardır. Yazılarınıza özgünlüğünüzü katabilir misiniz? Buna izin veriliyor mu?

Özellikle romantik komedi türündeki dizilerin ancak ilk 5-10 bölümü özgün olabiliyor. Başlangıçta mutlaka bir araya gelmesini istediğimiz bir kadın ve bir erkek var. Karakterleri, aralarındaki çatışma ve olayların başlangıçtaki gelişimi aslında o dizinin ne kadar orijinal olduğunu belirliyor. Ve evet çoğu zaman hikayeler makul kalıplar dahilinde kalıyor. Daha trajik olan ise yaklaşık onuncu bölümden sonra kadın ve erkek karakterlerin karşılaşmasıyla ortaya çıkan durum. Eğer sinema olsaydı hikayenin biteceği noktada seyircinin ilgisi devam ediyorsa yani eser reyting alıyorsa ekonomik nedenlerden dolayı dizi devam etmek zorundadır. Kalıplaşmış yargıların ve klişelerin devreye girdiği yer burasıdır. Elbette bazı dokunuşlarla yenilikler ekleyerek klişeleri kullanmak mümkün ama bu uzun bir konu ve bir senaryo çalıştayının konusu. Aslında pratikte; Zaman baskısı, üretim bütçesi kısıtlılığı vb. sebeplerden dolayı bu dokunuşları yapamıyorsunuz ve kendinizi sıradan klişelere teslim olmuş halde buluyorsunuz.

Yeni projeler var mı? Önümüzdeki dönemde neler yapmayı planlıyorsunuz?

Bitirme projemiz yok ama her zaman olduğu gibi üzerinde çalıştığımız yeni şeyler var. Uzun metrajlı bir film hikâyesinin araştırma aşamasındayız. Gerçek bir hikayeden uyarlama yapmak istiyoruz. Ayrıca iki televizyon dizisi projesi için de yapımcılarla görüşmelerimiz devam ediyor.

haber-acipayam.com.tr

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu
istanbul escort
istanbul escort
istanbul escort